ERKEN TANI ÖNEMLİ KANSER TEDAVİSİ VE DOĞRU BİLİNEN YANLIŞLAR

–
Kanserden korkma, geç kalmaktan kork!
ERKEN TANI ÖNEMLİ
KANSER TEDAVİSİ VE DOĞRU BİLİNEN YANLIŞLAR
Balıkesir Devlet Hastanesi’nde ortaya koydukları gayretli çalışmalarından başarılarından dolayı
Tıbbi Onkoloji Uzmanı Dr. Atike Pınar Erdoğan’a ,
Hemşire Nilgün Gökten’e ,Hemşire Zeynep Akdoğan’a . Sekreter Şebnem Uslu’ya teşekkür ediyor; çalışmalarında başarılar diliyoruz.
Kanser günümüzde adını sıkça duyduğumuz, medyada ya da çevremizde ilgili konulara rastladığımızda tedirgin olduğumuz, yeterince de bilgi sahibi olamadığımız bir konu.
Sadece kanser ismi üzerinden düşüncelerimizde oluşan ön yargı ve yanılgılar bazen teşhis ve tedavi sürecini olumsuz etkileyebiliyor.
Kanser başlığı altında bu hastalığın çeşitleri, teşhis süreçleri, tedavi yöntemleri üzerine bir yazıyla okuyucunun huzuruna çıkmayı planladık.
Balıkesir Devlet Hastanesi’nde görev yapan Tıbbi Onkoloji Uzmanı Dr. Atike Pınar Erdoğan ile yaptığımız bu söyleşi ile erken teşhisin önemi, yeni tedavi yöntemleriyle elde edilen sevindirici gelişmeler ve doğru bilinen yanlışları konuştuk…

Öncelikle sizi tanımak isteriz, Dr. Atike Pınar Erdoğan kimdir?
İzmir’de doğdum.
2006’da Dokuz Eylül Üniversitesi’ni bitirdikten sonra aynı yıl Ege Üniversitesi’nde İç Hastalıkları ihtisasına başladım. 2012’de iç hastalıkları uzmanı ünvanını aldıktan sonra yandal uzmanlık sınavına girerek yine Ege Üniversitesi’nde tıbbi onkoloji üst ihtisasına başladım.
2016 haziran ayından bu yana da zorunlu hizmet kapsamında atandığım Balıkesir Devlet Hastanesi’nde tıbbi onkoloji uzmanı olarak görev yapmaktayım. Onkolojide verimli çalışabilmek için diğer branşlarla işbirliği yapmak çok önemli.
Burada tüm ekip arkadaşlarımın fedakar bir şekilde ve çevre illere göre çok daha üst düzeyde teknik donanımla çalıştığı görüyorum. Eşim ve kızımla birlikte Balıkesir’de yaşamaktan ve sizlerle tanışmaktan memnun olduğumu da belirtmek isterim.
Atike Hanım, Kanser en basit tabirle nedir?
Kanser kelimesini duyduğumuzda aklımıza her zaman aynı korkutucu süreçler mi gelmeli?
Yoksa ayrı organ ve dokularda oluştuğunda farklı bir hastalıktan mı bahsetmiş oluyoruz?
Kanser, birtakım etkilerle değişime uğramış hücrelerin düzensiz olarak bölünüp çoğalmasıyla oluşan kötü huylu hastalıklar grubudur.
Kanserler oluşmaya başladıkları organ ve mikroskop altındaki görünüşlerine göre sınıflandırılırlar.
Her kanser aynı yapıya sahip değildir. Büyüme hızı, yayılma şekli ve tedavi yanıtları farklıdır.
Nasıl ki herkesin parmak izi birbirinden farklıysa her hastanın kanseri de birbirinden farklıdır.
Bu nedenle kanser tanısı alan bir hastanın aklına çevresinden tanık olduğu aynı korkutucu süreçler gelmemelidir; örneğin kanser tedavisi sırasında saç dökülmesi kullanılan ilaçların yan etkisine göre değişir.
Bazı ilaçlarda saç dökülmesi sık görülürken bazı ilaçlarda hiç dökülme olmaz.
Hastalarımızın sıklıkla merak ettiği bir diğer konu “akıllı ilaç” olarak bilinen hedefe yönelik tedavilerin kullanımı.
“Bir tanıdığım da benim gibi akciğer kanseri; ama o akıllı ilaç alıyor, ben niçin kullanmıyorum?” şeklinde sorularla karşılaşıyoruz. Bu ilaçlar tüm kanser türleri için kullanılmıyor.
Hastaların akıllı ilaç tedavisine uygun olup olmadığı anlamak için alınan biyopsi örnekleri patoloji veya moleküler biyoloji, genetik laboratuvarlarında değerlendirilip hastanın bu tedavilere yanıt verecek grupta olup olmadığı belirleniyor. Kısacası kanser tedavisi, “kişiye özel” olarak belirleniyor.
Farklı organların kanser hastalığı hem tedavi yöntemleri hem de hastalığın seyri açısından farklılık gösterdiğine göre kanser teşhisi ile karşılaşan hasta ve yakınları mücadele ve moral güçlerini asla yitirmemeli değil mi?
Kesinlikle evet; ancak bu konuda vurgulanması gereken birkaç nokta var. Kanser hastalığı cerrahi girişim, kemoterapi, radyoterapi ile tedavi edilirken hastanın psikolojisinin desteklenmesi tedavinin bütünleyici bir parçası.
Kanser,hem hastalığı yaşayan kişide hem de yakınlarında korku yaratan bir hastalık.
Kanser tanısı tanısı alan hasta ve hasta yakınlarında olumsuz duygu ve düşüncelerin gelişmesi neredeyse kaçınılmaz.
Bugün amacımız “kanseri yeneceksin” benzeri sözlerle bu süreci bir “savaş” gibi gösterip hastaya taşıması gereken bir yük yüklemek değil, yüksek tansiyon veya diyabet hastalığında olduğu gibi kanseri kronik bir hastalık haline getirmek.
Bu noktada, ülkemizde kanser tedavisinin dünya standartlarında yürütüldüğünü ve ileri evre dahi olsa pek çok hastanın ehil ellerde tedavi aldığı takdirde moral ve motivasyon ile uzun yıllar hastalıkla kardeş gibi yaşayabildiğini hatırlatmak gerekir.
Diğer yandan “pozitif düşünmeliyim, moralimi yüksek tutmalıyım” düşüncesi takıntı haline gelirse, hasta ve yakınları yaşadıkları öfkeyi, üzüntüyü ve kederi yaşamayı erteler, bu da hastalığı kabullenmeyi zorlaştırır.
Halbuki kanser teşhisi konulduktan sonra yaşanılan şok, öfke ve üzüntü gibi olumsuz duygular normaldir ve bunların paylaşılması gerekir. Hasta ve yakınlarının süreçle ilgili duygularını açikça konuşmaları hastalığa ve tedaviye olan uyumu da arttıracaktır.
Tabi bu sırada hasta yakınları hastayla konusurlarken teselli etmekten çok kızdırabilecek ifadelerden kaçınmaya özen göstermeliler. “Kafana takma geçer”, “aslan gibisin, benden sağlamsın”, “daha ne kötüleri var, sen yine iyisin” gibi hastalığı küçümseyen ve gerçekle bağdaşmayan konuşmalar yapılmamalı.
Çoğu zaman yorum yapmadan sadece iyi bir dinleyici olmak bile hastalarımızın o anki ruhsal ihtiyaçlarını karşılayabilir.
Kanser hastaligi ve tedavi süreci hem hasta hem de yakınları için zorlayici bir yaşam krizidir.
Bu kriz süreciyle başa çıkılamadığı düşünülüyorsa mutlaka bir uzmandan yardım alınmalıdır.
Kanser tedavisinde hastanın psikososyal durumunun değerlendirilerek bu yönde gereksinimlerinin karşılanması cerrahi, kemoterapi ve radyoterapi gibi yöntemlerin kullanılması kadar önemlidir.
Hastanemizde de gerek psikiyatri uzmanı meslektaşlarım gerekse birimimizde yakın zamanda göreve başlamış olan psikoloğumuz da bu konuda hastalarımıza destek vermektedir.
Erken teşhis bu hastalıkla mücadele için en önemli konu aslında. Kanserin tedavisi için mesai üreten bir Tıbbi Onkolog olarak erken teşhis için okuyucularımıza ne önerirsiniz?
Nereye müracaat etmeliyiz, neleri gözden kaçırmamalıyız?
Kansere yönelik tarama testleri, özellikle şifa şansı olan kanser türlerinde, erken teşhis için kullanılmakta. Bunlar hayat kurtarıcı nitelikte testlerdir.
Meme kanseri, rahim ağzı kanseri, kalın barsak kanseri ve prostat kanserine yönelik tarama yapılmaktadır. Meme kanserinin erken tanısı için, 40 yaşından itibaren 2 yılda bir mammografi önerilmektedir.
Birinci derecede yakınlarında meme kanseri öyküsü olan kadınların, 10 yıl daha erken yaşta tarama programlarına dahil olmaları uygundur. Kalın barsak kanseri için 50-70 yaş arası herkesin 2 yılda bir gaytada gizli kan testi yaptırması önerilir.
Yine kalın barsak taraması açısından ilk kolonoskopinin 50 yaşından itibaren yaptırılması, normalse 10 yılda bir tekrarlanması gerekir.
Erkeklerin 50 yaşından itibaren, yılda bir kez olmak üzere, kanda prostat spesik antijen (PSA) baktırmaları gerekmektedir.
Hanımların da, cinsel yaşam başladığı andan itibaren jinekolojik muayene ve rahim ağzından sürüntü testi yaptırmaları önerilmektedir.
Tüm bu tarama testleri ücretsiz olarak yapılmaktadır.
Aile hekimleri, ana çocuk sağlığı/ aile planlaması merkezleri, tüm toplum sağlığı merkezleri ve devlet hastaneleri bünyesinde bulunan KETEM (Kanser Erken Teşhis Tarama ve Eğitim Merkezi) aracılığıyla tarama testleri yaptırılabilir.
Bazı belirtiler kanserin habercisi olabilir ve erken teşhis için bizi yönlendirebilir.
Örneğin özellikle mide, pankreas, yemek borusu kanseri ve akciğer kanseri gibi pek çok kanserin ilk belirtisi açıklanamayan kilo kaybıdır.
Kan kanseri veya kansızlığa neden olabilen mide veya kalın bağırsak kanseri gibi kanserlerde halsizlik erken bir bulgu olarak ortaya çıkabilir.
Balgamda kan görülmesi akciğer, dışkıda kan görülmesi kalın bağırsak, idrarda kan görülmesi idrar torbası (mesane), zamansız vajinal kanama ise rahim veya rahim ağzı (serviks) kanserinin belirtisi olabilir. Özellikle meme, testis, lenf bezi veya yumuşak doku tümörleri cilt altında bir yumru veya şişlik ile hissedilebilir.
Vücudumuzda yıllardır varolan ben veya siğillerde yeni ortaya çıkan şekil, boyut veya renk değişikliği durumunda hemen bir doktora başvurulmalıdır.
Ancak bu belirtilerin birine veya daha fazlasına sahip olmak kişinin mutlaka kanser olduğu anlamına da gelmez.
Bölgemizde kesin tanısı konmuş hastalar daha önceki yıllarda tedavi imkânları için büyük merkezlere gitmek zorundaydılar. Ancak sizlerin bölgemizde görev almanızla birlikte birçok hasta tedavilerini burada yürütebiliyor.
Özetle hastanemiz ve kliniğinizde kanser tedavi süreçlerinde hangi ihtiyaçlara cevap verilebiliyor?
Tıbbi Onkoloji ve Radyasyon Onkolojisi kliniğinde uygulanan tedavilerde güncel tedavi yaklaşımlarına sadık kalınmakta ve dünya standartlarında tedavi verilmektedir.
Ayaktan gündüz tedavi ünitesinde kemoterapi hemşirelerimiz tarafından kısa süreli ve infüzyonel kemoterapi yanı sıra venöz port ve kateter bakımı gibi hizmetler sunulmaktadır.
Genel durumu ayaktan tedaviyi kaldıramayacak olan veya devamlı infüzyon tedavisi gerektiren hastalar ise yataklı servisimizde izlenmektedir.
Onkoloji servisinde aynı zamanda destek tedavisi ihtiyacı olan hastalar ve girişimsel işlemlerin uygulandığı hastaların takip ve tedavisi yapılmaktadır.
Tanı ve sonrasında tedaviye yanıtın değerlendirilmesi aşamasında radyoloji ve nükleer tıp uzmanları önemli rol oynamakta, hastanemizde PET/BT dahil pek çok görüntüleme yönteminin bulunması hizmet kalitesini arttırmaktadır.
Hastalarımızın takip ve tedavisinde gerektiğinde ilgili cerrahi hekimleri ve radyasyon onkolojisi hekimleri ile işbirliği yapılmaktadır.
Radyoterapi cihazları, yakın zamanda Uluslararası Atom Enerjisi Kurumu tarafından yapılan testler sonucunda en doğru doz ölçümünü yapan kurumlara verilen sertifika ile ödüllendirilmiş ve böylece tedavi dozlarının çok doğru ve isabetli olduğu belgelendirilmiştir.
Hastalarımızın kemoterapi öncesi bilgilendirme ve eğitimleri onkoloji eğitim hemşireleri tarafından titizlikle yapılmakta, onkoloji konusunda deneyimli psikolog ve beslenme uzmanının da bulunduğu bir ekip ile takip edilerek tedavilerin hastanın ihtiyaçlarına göre özelleştirilmesi sağlanmaktadır.
Tedavi sürecine alınmış hastalar ve yakınlarını bundan sonra nasıl bir yaşam bekliyor?
Hayatları ve alışkanlıkları çok mu değişecek? Açıkçası bunu şunun için soruyorum; kanser tedavisi alan hastaların kendilerini sosyal çevrelerinden, işlerinden alıkoymaları gibi durumlar gözlendiğini düşünüyorum.
Genellikle kanser ve tedavi süreci kişinin normal hayatında bir duraklama dönemi olarak görülse de tedavi şeması ve fiziki durumları uygun olan hastaların tedavi sırasında iş hayatlarına devam etmelerini öneriyoruz.
Kanser tedavisinden sonra yeni yaşama uyum aşamasında ise nüks endişesi ve uyum güçlükleri ön plana çıkıyor. Tedavi gören bir çok hasta, tedavi sonrası hastalığının tekrar edeceğinden endişeleniyor ve bu duygudan arınması zaman alabiliyor.
Beslenme, egzersiz, uyku gibi sağlıklı bir beden sağlamaya ve korumaya yönelik ihtiyaçların yanı sıra psikososyal olarak da yeni yaşama uyum sağlamak için göz ardı edilmemesi gereken ipuçları var.
Stres yaratan kişi, olay ve durumlardan, genel olarak stres kaynaklarından uzak durulmalı.
Keyif veren, iyi gelen ortamlara, etkinliklere ve kişilere zaman ayırılmalı.
Sağlıklı beslenmeye dikkat edilerek paketlenmiş ve katkı maddesi ilave edilmiş, taze olmayan ürünler tercih edilmemeli, Mangalda kömüre yakın pişirme, kızartma, tütsüleme gibi hatalı pişirme yöntemlerinin yerine haşlama, fırında pişirme gibi sağlıklı yöntemler tercih edilmeli, kilo alınmamalı ve ideal kilo korunmalı, düzenli egzersiz yapılmalı, sigara içilmemeli.
Kulaktan dolma hatalı yönlendirmelerle hayatı zorlaştırmak ve gereksiz kısıtlamalar yapmak yerine mutlaka bir uzmana danışılarak hareket edilmeli.
Bir diğer önemli konu da, tedavi sürecinde kulaktan dolma birçok uygulamalar, değişik tedavi denemeleri olabiliyor.
Bu konuda bir bilim insanı, bir onkolog olarak yorumunuz ve tavsiyeniz nedir?
Hastanın kullanmayı düşündüğü yöntemi hekimiyle paylaşması çok önemli. Bazı uygulamalar (akupunktur, aromaterapi, yoga gibi) hastanın kendini daha iyi hissetmesine ve tedaviyi daha rahat geçirmesine yardımcı olabilir.
Bunlara tamamlayıcı tedaviler denir. Alternatif tedavi ise bir hastalık için standart bilimsel tedavi yerine kullanılan (B17 vitamini, eşek sütü, köpekbalığı kıkırdağı gibi) etkili olduğu kanıtlanmamış yöntemlerdir. Maalesef bu alternatif yöntemler çok akıllıca pazarlanmakta, insanlar ikna edilmektedir.
Ancak iddiaların bilimsel bir temeli olmadığı için insanlara sahte umutlar verilmektedir.
Hastaya yararlı olabileceği düşünülen tamamlayıcı veya alternatif tıp yöntemlerini bütünüyle reddetmek yerine bilimsel olarak sorgulayıp içlerinden özellikle hastanın yaşam kalitesine katkısı olanları klinik uygulamalarla birleştirmek daha doğru olacaktır.
Kanser tedavisi başta siz doktorlar, hemşireler, görüntüleme merkezleri, teknisyenler, gibi oldukça kalabalık bir grupla yürütülen ciddi bir ekip işi.
Ayrıca hastanın bizzat kendisi ve yakınları da bu ekibin içinde.
Eminiz ki her hasta için tek tek tavsiyeleriniz oluyordur ancak buradan hastalara ve yakınlarına hangi konularda dikkat çekmek istersiniz?
Kanser hastaları ve yakınlarının en çok merak ettiği konulardan biri hastalıklarının kaçıncı evrede olduğu. Bir kanserin köken aldığı organdan çıkıp başka organlara yayılması yani metastaz yapmış olması evre 4 anlamına geliyor; ancak kanserin ileri evrede olması kesinlikle tedavi edilemeyeceği, her şeyin sonu olduğu anlamına gelmiyor.
Kanser alanındaki gelişmeler sayesinde günümüzde kanser tanısı alan her 3 kişiden 2’si “en az” 5 yıl yaşıyor.
Özellikle Balıkesir ve çevresinde kanser hastalığı sıklığı ve çeşitliliği ile ilgili bir farklılık gözlemliyor musunuz, yoksa genel istatistiklere benzer bir seyir mi var?
Kanser olgularının yaklaşık üçte ikisi erkeklerde görülmekte, Sağlık Bakanlığı’nın verilerine göre bölge veya şehirlerimiz arasında kanser görülme sıklığı açısından önemli farklılıklar bulunmamaktadır. Bununla birlikte, ülkemizdeki kanser vakalarının önemli bir kısmı sigara ve obeziteyle ilişkili. Balıkesir’de de tütün kullanımının küçük yaşlarda başladığını gözlemliyoruz.
Hava kirliliği sorunu da henüz tam anlamıyla çözülememiş görünüyor. Hastalarımızın çoğu ideal kilolarının üzerinde ve hareketsiz bir yaşam tarzları var.
Diğer yandan Balıkesir’in maden yataklarından zengin olması ağır metallerin su ve gıdalarla temas riskini arttırmakta.
Hastalarımızın çoğu ideal kilolarının üzerinde ve hareketsiz bir yaşam tarzları var.
Günlük pratiğimize baktığımızda erkeklerde en sık akciğer, prostat ve kalın barsak, kadınlarda ise en sık meme kanserini görüyoruz, bu sıralama da Türkiye verileri ile uyumlu.
Doktor Hanım; yaşanan olumsuzlukları hep hastalar ve yakınlarının yaşadıkları sıkıntılar ve zorluklar üzerinden yorumluyoruz.
Mutlaka sizlerin de yaşadığı, zaman zaman üzüldüğünüz, bazen işin akışını yavaşlattığını düşündüğünüz, sizi zorlayan olumsuzluklar vardır. Bu konuda sizin duygularınızı da paylaşmak isteriz.
Balıkesir ilinde görev yapan tek tıbbi onkoloji uzmanı olmak, aynı branştan aktif hizmet veren başka bir meslektaşımın olmaması şu anda beni en çok zorlayan durum.
Yine de hastalarımızın çoğu bu durumun farkında ve uzun bekleme sürelerine rağmen her zaman teşekkürlerini ve hayır dualarını paylaşmaktan geri kalmıyorlar; bu da yorgunluğumuzu azaltan, çalışma hevesimizi arttıran bir faktör.
Umarım kısa sürede ikinci bir tıbbi onkoloji uzmanı ilimize atanır ve daha ideal koşullarda hizmet sunabiliriz.
Bu kıymetli söyleşi ve değerli paylaşımları için Tıbbi Onkoloji Uzmanı Dr. Atike Pınar Erdoğan’a teşekkür ediyor, Balıkesir Devlet Hastanesi’nde ortaya koydukları gayretli çalışmalarında başarılar diliyoruz.




